Gelibolu futbolunda bir sezon süren 3.Lig macerasının dışında kayda değer bir başarı görmek mümkün değil. Bunun tabii ki birçok nedeni olabilir, bu nedenler tartışılabilir de. Ama gerçek olan başarının gelmemesidir…
Gelibolu futbolunda bir sezon süren 3.Lig macerasının dışında kayda değer bir başarı görmek mümkün değil.
Bunun tabii ki birçok nedeni olabilir, bu nedenler tartışılabilir de.
Ama gerçek olan başarının gelmemesidir.
Tartışma sonucu ne olursa olsun, tarihe gerçekler yazılır.
Ufak tefek başarılar yaşanmış olabilir ama elle tutulur, gözle görülür, başkalarının başarıları ile kıyaslanabilir bir başarıdan söz ediyorsak, o zaman tartışırken, yada başarıdan söz ederken bazı kriterleri de göz önünde bulundurmak zorundayız.
Örneğin Çanakkale süper amatör ligde oynamayı bir başarı kıstası almakla, bölgesel ligde oynamayı yada profesyonel ligde oynamayı başarı saymak kişiden kişiye, kulüpten kulübe değişkenlik gösterebilir.
Bazı kişilere göre süper amatör ligde oynamak büyük başarı iken, bazı kişilere göre de başarısızlıktır, hedef daha büyük olmalıdır.
Dediğim gibi bu kişilere yada kulüp yapılarına göre değişebilir.
Hedef koymak her zaman olumlu, pozitif bir düşüncedir.
Bir kere hiçbir takım sahaya ben mağlup olacağım diye çıkmaz, çıkmamalıdır da.
Her takım kendi gücüne göre bir başarının peşinde koşar, bu geçmişte böyle olmuştur, gelecekte de böyle olacaktır.
Hedefsizlik bir hedef değildir.
Bu sezon Çanakkale süper amatör ligde iki kulübümüz var Gelibolu’yu temsil eden.
Biri Geliboluspor, hani yıllar önce ilçedeki futbol rekabetini bitiren bir karar sonrası büyük hedeflere yelken açacağı belirtilen ama bir sezonluk 3.Lig mücadelesi sonrasında (haksız yere düştüğünü herkes biliyor ama) Çanakkale dışına çıkamayan, amatör kümelere demir atmış bir Geliboluspor.
Diğeri işe Harb-İşspor, genellikle hedefleri yüksek olmayan, kendi yağıyla kavrulan, daha çok genç ve yetenekli futbolcuları bulup çıkaran ve onlarla mücadele eden bir kulüp.
Yıllar önce ilçedeki rekabeti bitiren bir karar sonrası dedim yukarıda, Geliboluspor, Gölcükspor ve o yılların en iyi takımı Sinanspor’un iyi futbolcularını Geliboluspor forması altında buluşturan, görünüşte hoş ama uygulama da boş çıkan bir karar sonrası belki de Gelibolu’da futbolun geleceğine dinamit kondu.
O dönem futbolu çok bildiğini sanan, yada kendilerini öyle göstermiş olan bazı futbol fakirlerinin bastırmasıyla üç takımdan bir takım bile yapamayan zihniyet yüzünden yaşıyoruz bu günleri.
O dönem adını saydığım üç kulübünde hem üst, hem de alt yapıları günümüz örnekleriyle kıyaslandığında çok daha iyi durumdayken yapılan böylesine saçma sapan bir birleşme nedeniyle çekiyoruz bu acıları.
Geçmişte yapılan yönetimsel yanlışlarda bu günlere gelinmesinde oldukça etkili oldu diye düşünüyorum.
Şimdi ki yönetimlerde doğal olarak üç beş transfer yaparak kendilerine göre bir hedef belirliyorlar.
Örnek verecek olursak Geliboluspor yönetimi sezona şampiyonluk hedefiyle başladı.
İlk iki hafta sonunda görüyoruz ki, 12 takım içinde hedefi orta sıralar yada ligden düşmemek olan Harb-İşspor 11. Sırada, hedefi şampiyonluk olan Geliboluspor 12. Ve son sırada.
Tabii ki daha ne olacağına dair görüş belirtmek için çok erken, sadece iki maç sonucuna göre karar vermek imkansız.
Ama söylemek istediğim konu alınan sonuçlardan çok futbolumuzun yapısı.
Yapılan transferler, alınan oyuncular, yetersiz alt yapılar.
Oysa bilinmelidir ki, transfer şampiyon yapmaz, takım olmak şampiyon yapar, ilk hafta izlediğimiz Geliboluspor tedirgin, dağınık, bireysel oynamaya çalışan oyunculardan kurulmuş bir ekip görüntüsü verdi. İkinci yarı yapılan taktiksel hatalardan dolayı da mağlubiyet geldi, taktik hata derken ukalalık etmek istemiyorum, tabii ki takımın hocası kazanmak için kendisini risk almak zorunda hissetmiş olmalı, ilk yarı golsüz bitince ikinci yarı golü atar kazanırız demiş olmalı ama her zaman evdeki hesap çarşıya uymuyor maalesef ve bizlerde futbol yorumcuları olarak kafadan geçen düşünceden önce sahada gördüğümüzü yazıyoruz.
Bir kere alt yapısı yetersiz olan hiçbir takım başarılı olamaz, bu böyle bilinmeli.
Yani taşıma su ile değirmen ne kadar döner, yada devrimizde döner mi?
Ama bu demek değildir ki alt yapıdan gelen her oyuncu da oynamalı.
Kaliteden bahsediyorum, alt yapılar istenen düzeyde olursa diyorum.
Şimdi bakıyorum son üç dört sezondur amatör liglerde topu kontrol edemeyen, hadi edemediğini bir kenara bıraktım etmesini bilmeyen topçular çarpıyor gözüme.
Pas atmaktan, taç kullanmaktan bi haber, kurallardan bi haber oyuncular görüyorum.
Bunlar alt yapıda aldıkları, daha doğrusu alamadıkları eğitimden dolayı mı, yoksa yetenekleri mi bu düzeyde ona ben karar vermek istemiyorum.
Sonuçta onlarla ilgilenen, onları sahaya süren hocaları var, onları lisanslı futbolcuları olarak barındıran yöneticiler var.
Hiçbir yönetici yada hoca kaybetmek istemez, futbolcularında aynı şekilde olduğundan eminim, sahaya çıkan her oyuncu yetenekleri ölçüsünde mücadele verir, bazıları yetenekleri kısıtlı da olsa takım oyuncusu hüviyetine bürünür, faydası az olur, bazıları da yetenekli oldukları halde bir türlü takım oyuncusu olamazlar, sonrada çeşitli mazeretlere sığınırlar ve başarılı olamazlar.
Birde fazla oynamayanlar vardır ki, her kötü sonuç ardından ortaya çıkarlar.
Oysa haklılıkları yoktur.
Takım kazanır, takım kaybeder.
Mantalite bu olmalıdır.
Ben hiç duymadım bir takım kaybettiğinde o takımın bir oyuncusunun kaybettiğini, yada kazandığında o takımın bir oyuncusun kazandığını.
İşte asıl mesele burada, yani bencillik ve takımdaşlıktan uzak noktada olmak.
Kadroya giremeyen üç beş futbolcu bir araya gelir ve hep haksızlığa uğradıklarından söz ederler, oysa bu durumda bile ilk önce takımlarını düşünmeleri gerektiğini, kazandıklarında nasıl ki kazanan bir takımın parçası olarak görülüyor, yada görülmek istiyorlarsa kaybettiklerinde de aynı duyguyu arkadaşlarıyla paylaşabilmeleri gerektiğini bilmeli, anlamalı, idrak etmeliler.
Uzun lafın kısası, futbolda başarı bekleniyorsa öncelikle güçlü bir alt yapı oluşturulmalı, sonra belirlenen hedefe göre az ama öz transferler yapılmalı, hatta bence yeterli potansiyel sağlanabilirse transfere bile gerek kalmaz sonrada tüm bunlar ehil bir hocanın eline teslim edilmelidir.
Son söz olarak unutmadan belirtmeliyim ki, tüm bu şartlar yerine getirilse bile başarı için olmazsa olmaz bir şart daha vardır.
Taraftardan bahsediyorum, bırakın ilimizi, ilçemizi dünyanın en iyi futbolcularını getirseniz taraftarınız yoksa en büyük eksikliği çekeceğiniz muhakkaktır.
Taraftar sahadaki futbolcunun, kulübedeki hocanın, tribündeki yöneticinin en büyük itici gücüdür.
Takımı ateşleyebilen taraftar grubu, zaman zaman sahada mücadele eden futbolcular kadar etkili olabilmektedir.
Sonuçta herkes kendi işini düzgün yaparsa, başarı da gelir, hedeflerde büyür.
Kurtuluş bence budur.