Değerli Basın Mensupları ve Büyük Türk Milleti! Son zamanlarda ülkemizde yaşanan büyük ekonomik buhran, alım gücümüzdeki çok büyük düşüşler, Türk lirasındaki tarihi rekor seviyelerindeki değer kaybı, emeklilerimiz ile alt gelir..
Değerli Basın Mensupları ve Büyük Türk Milleti!
Son zamanlarda ülkemizde yaşanan büyük ekonomik buhran, alım gücümüzdeki çok büyük düşüşler, Türk lirasındaki tarihi rekor seviyelerindeki değer kaybı, emeklilerimiz ile alt gelir gruplarının acınası hali ve bu tablonun toplumumuzdaki yıkıcı etkileri; artık Türk Devleti için, büyük bir beka sorunu haline gelmiştir!
Enflasyon, hayat pahalılığı, üretimsizlik ve gelir adaletsizliği öyle bir artış göstermiştir ki, halkımız için çok basit olan yeme, içme ve barınma ihtiyaçları dahi karşılanamaz bir hal almıştır!
Buna mukabil, hiçbir ciddi ve bilimsel tedbir alınmamakta ve bu nedenle de fiyat artışları durdurulamamaktadır!
Sadece 2023 yılbaşından itibaren; iğneden ipliğe her şeyi etkileyen Dolar % 44, Avro % 58, Benzin % 109, Mazot % 87 oranında zamlanmıştır. Temel gıda maddelerinden olan Et % 268, Çiğ süt % 50, Yumurta % 110, Şeker % 30, Un % 70 ve Yağ fiyatları da % 50 oranında artış göstermiştir.
Hayatın vazgeçilmezi olan İlaç % 80, her öğün soframıza koymak zorunda olduğumuz ekmek, % 60 oranında zamlanmıştır. Hadi gariban bir simit yesin diyeceksiniz. Ama ne mümkün? Simit yılbaşından beri % 150 zam almış ve ne yazık ki, aynı sarı altın gibi yarım ve çeyrek olarak satılmaya başlanmıştır.
Bu ülkede II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan büyük kıtlık hariç, böyle bir durum hiç görülmemiştir.
Mutfağın en temel ihtiyaç maddeleri olan un, yağ ve şeker bile ortalama % 50 zamlanırken; söylemde % 25 olan emekli maaşı artışları eylemde % 0 olmuştur. Kök maaşı esas alınanlarda % 0 olarak gerçekleşen ve anayasamızın eşitlik ilkesine de aykırı olan bu düzenlemenin ardından emeklilerimiz, alım gücü yönünden Afrika standartlarına geriletilmiştir.
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün de ifade ettiği gibi “Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu; o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Geçmişte çok güçlüyken, tüm gücüyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmaya hakkı yoktur.”
Yoktur ama yapılan bu muamele de, emekliye “sen öl, öl de yakamdan düş demektir!”
Dul ve yetimlerin hali ise gerçekten içler acısıdır!
Bugün Ülkemizde çalışanların % 70’e yakını asgari ücret almakta, fakat asgari ücret de açlık sınırının altında kalmaktadır!
Hükümetin kötü ekonomi yönetimi neticesinde; Türkiye dünyanın en yüksek enflasyona sahip 10’uncu, Avrupa’nın ise birinci ülkesi olmuştur!
Çok daha vahimi, değeri ve stratejik önemi hızla artan gıda maddelerinde gerçekleşmiştir! Ülkemiz gıda enflasyonunda dünya 5’incisidir. Yönetim stratejisi olarak, ekonomi bilimini hiçe sayan ve sürekli yap-boz siyaseti güden Hükümet; bu rakamlarla ülkemizi, Bahreyn, Brunei, Cibuti, Tanzanya, Uganda, Somali ve Kenya gibi üçüncü dünya ülkelerinin bile gerisine düşürmüştür.
Hal böyle iken, halen sayıları dört Avrupa ülkesinin nüfusundan çok daha fazla olan Suriyeli ve Afganlı mültecilere ev sahipliği yapılmaya ve bunlara milletin parasından milyonlarca dolar aktarılmaya devam edilmektedir!
Vatandaşa sürekli olarak kemer sıkma, porsiyonları küçültme ve sabır tavsiyesinde bulunan Hükümet tarafından; asla itibardan tasarrufa gidilmemekte, bin küsur odalı saraylara, filo filo saltanat uçaklarına ve dahi katar katar lüks otomobillere, oluk oluk para akıtılmaktan geri kalınmamaktadır.
Değerli basın mensupları! Bugün sadece mutfaklar değil, ülkenin her yeri yangın yeridir!
Unutulmamalıdır ki; aç bırakılmış bir toplum fiziken, hayalleri yok edilmiş bir toplum ise ruhen sağlıklı değildir. Sağlıksız, duyarsız ve köleleştirilmiş hiçbir toplum gelecek için umut olamaz!
Giderek derinleşen bu ekonomik kriz; milletimizin sağlığını, ümitlerini ve hayallerini aynı bir cehennem çukuru gibi yutmaya devam etmektedir!
Öyle ki; gençlerimiz için evlenme, ev ve araba alma fikri, sadece ulaşılması zor bir hayalden ibaret olarak kalmıştır. Kaldı ki, ekonomik krizle birlikte evlenme oranları gerilerken, boşanma oranları da hızlı bir artış göstermeye başlamıştır.
2001 yılından itibaren evlenme hızı % 20 düşerken, boşanma oranı % 47’lere kadar tırmanmıştır. Yine buna paralel olarak uyuşturucu madde kullanımı da korkutucu seviyelere ulaşmıştır. Bu husus, toplumun en önemli yapı taşı olan aile kurumunun giderek yozlaşması, dağılması ve ruh sağlığı bozuk, faydasız nesiller yetiştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu kötüye gidiş, milletimizin geleceği açısından gerçek bir beka sorunudur!
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk. “Siyasî ve askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadî (yani ekonomik) zaferlerle desteklenmezse kalıcı olamaz” buyuruyorlar.
Nitekim son ekonomik kriz, düşen alım gücü, astronomik konut/kira artışları ve mülteci istilası; sahil ve sınır kentlerimizden Anadolu bozkırına doğru bir Türk Sürgününü başlatmıştır.
Bu sürgün; özellikle sahil ve sınır kentlerimizin demografik yapısını değiştirerek Türksüzleştirilmesi sonucunu doğuran maksatlı bir sürgündür. Zira ülkemizin en güzel yerlerini, zengin yabancılar satın alarak, fakir yabancılar da istila ederek ele geçirmektedirler. Askeri zaferlerle kazanılan Türk yurdu, ekonomik çöküşle birlikte elden çıkmaktadır!
Evi, barkı, işi ve aşı elinden alınan Türk; kendi ülkesinde öksüz, garip ve üçüncü sınıf vatandaş durumuna indirgenmiştir.
Bugün için, tarımsal ve hayvansal gıdalar konusunda yaşamakta olduğumuz büyük buhranın temel sebebi; üretken bir toplum olma özelliğimizi kaybetmiş olmamızdır.
Peki, tarım ve hayvancılıkla ilgi üretim nerede yapılır?
Köylerde…
İşte onun için, Atatürk’ün de üstüne basa basa ifade ettiği gibi; milletin gerçek efendisi, hakiki üretici olan köylüdür.
Lakin gelin görün ki, köylerimiz sürekli olarak boşaltılmakta ve üretken nüfusumuz azaltılmaktadır! Üstelik bu boşaltma işlemi köylerde imamdan başka devlete ait hiçbir şey bırakmayan Hükümet tarafından bizzat gerçekleştirilmektedir.
1927 yılında Türkiye nüfusunun % 75,8’i köylerde ve kasabalarda yaşarken sadece % 24,2’si kentlerde yaşamaktaydı. Atatürk’ün ölümüyle birlikte başlayan tersine dönüşüm, son 20 yılda rekor seviyelere ulaşmıştır.
2000 yılında köylerde yaşayan nüfusumuz % 35 seviyelerinde iken, bugün halkımızın sadece % 6,8’i köylerde yaşamaya devam etmektedir.
Bunun anlamı şudur: Köy de, köylü de, üretim de bitirilmiştir!
Bu nedenle, tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır. O da Çalışkan olmaktır. Hazıra alıştırılmış, tembelliği kanıksamış, özgüveni yitirmiş ve her şeyi başkasından bekleyen bir toplum… İşte en ölümcül toplumsal hastalık budur. O halde ilk işimiz bu hastalığı esaslı bir şekilde tedavi etmektir. Milleti daha bilinçli ve daha çalışkan yapmaktır.
Öyleyse çözüm, taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışmak veya ülke ekonomisini borçla ayakta tutmaya gayret etmek değildir.
Çözüm: Üretimdir. Her konuda, nitelikli üretimi gerçekleştirebilmektir.
Çözüm: Köylerimizi yeniden ihya etmek, tarımsal ve hayvansal üretimi yapacak olan köylüyü tekrar efendi yapmaktır.
Çözüm: Köy okullarını, köy ve kasaba ziraat teknisyenliklerini tekrar açmaktır.
Çözüm: Köylerimize kadar uzanacak halk eğitim kurslarıyla; özellikle genç yaşlardaki köylülerimize modern tarım, ziraat, arıcılık, seracılık ve hayvancılık tekniklerini öğretmektir.
Çözüm: Kur korumalı mevduatlarla yattıkları yerden zengin edilen asalaklar ordusu oluşturmak veya paralı trollerle halkı birbirine düşman etmek değildir.
Çözüm: Yandaş holdinglerin vergilerini sıfırlamak hiç değildir. Tam tersine; tarım, hayvancılık ve sanayi üretimi yapacak genç müteşebbislere, maddi ve manevi destekler vererek arka çakmaktır.
Çözüm: Sanayi üretiminin önündeki engelleri kaldırmaktır. Hammadde ve enerji girdilerini ucuzlatmaktır. Mesela ucuz mazotu yat ve teknelere değil, çiftçiye ve sanayi üreticisine vermektir. Mesela bedava elektrik ve suyu Suriyelilerden ziyade üreticilere vermektir.
Çözüm: Yıllardır, Türk milletinin kıt kanaat ödediği vergilerle Suriyelileri semirtmek, onları yedirip giydirmek, barındırmak, kimlik ve vatandaşlık vererek kalıcı hale getirmek değildir.
Çözüm: Suriyelilerin ve diğer kaçak göçmen veya sığınmacıların ülkelerine geri gönderilerek bu kamburdan kurtulmak ve bunlara harcanan milyonlarca dolar ile kendi insanımızı ve kendi milli üretimlerimizi desteklemektir.
Çözüm: 1000 odalı saraylarda sefa sürmek, uçan saraylarla kıtalar kat etmek veya katar katar konvoylarla hava atmak değildir. Çözüm, halkın zenginliğini olduğu gibi, fakirliğini de paylaşabilmektir. Yani çözüm her alanda israfı durdurmaktır.
Çözüm: Bu ülkenin en güzide varlıklarını satıp savmak, en mahrem fabrikalarımıza yabancıları ortak etmek veya Cumhuriyet tarihi boyunca açılmış bütün fabrikaların kapısına kilit vurmak değildir.
Çözüm: Milli ekonomiyi desteklemek ve her biri milli ekonomimize kaleler olacak yeni fabrikalar açmaktır.
Çözüm: Arap’a, Alman’a, Rus’a ve Ukraynalıya toprak satmak değil, Türk’ü kendi öz yurdunda garip ve azınlık konumuna düşürmek değil; topraksız kalan Türk’ü toprağıyla buluşturmak, o toprağı ekip biçerek vatan sathında tekrar kök salmasını sağlamaktır.
Ne yazık ki, içine düşürüldüğümüz bu vahim durum Türk Milleti için bir ölüm kalım meselesidir!
Başta Hükümet olmak üzere, bütün siyasi partilere ve bütün sivil toplum örgütlerine sesleniyoruz!
Anadolu’dan ve Anadolu’yu ebedi Türk yurdu yapmış olan Türk Milletinden almış olduğumuz güçle; bundan böyle Türk milletine zarar veren bütün icraatların karşısında aynı bir kale gibi duracağımızı ve fayda verecek her icraatı da sonuna kadar destekleyeceğimizi haykırıyoruz.
Gerektiğinde bunu emekle ve terle ve eğer icap ederse kan ve can pahasına yapacağımızı ilan ediyoruz.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Ne mutlu Türk’üm diyene.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.