Fizan!!! 19’uncu yüzyılın Osmanlı Devleti’nde en korkulan sürgün yeriydi. Etrafı çöllerle çevrili bir kabus diyarı! Zîrâ Fizan’da hayatta kalmak zoru başarmak demekti. Oradan kaçmak ise neredeyse imkânsızdı. Bu yüzden mahkûmları..
Fizan!!!
19’uncu yüzyılın Osmanlı Devleti’nde en korkulan sürgün yeriydi.
Etrafı çöllerle çevrili bir kabus diyarı!
Zîrâ Fizan’da hayatta kalmak zoru başarmak demekti. Oradan kaçmak ise neredeyse imkânsızdı. Bu yüzden mahkûmları ve hükümete muhalefet edenleri “sürgün” değil “Fizan” kelimesi daha çok korkutuyordu.
Çünkü develerle ancak 45 gün süren zorlu bir çöl seyahati sonrası ulaşılabiliyordu ve deveden başka da ulaşım aracı yoktu.
Biliyorum, şimdi nerden çıktı bu Fizan diyorsunuz?
Anlatacağım.
Ama önce, geriye doğru bir zaman yolculuğuna çıkalım ve hadi Kıbrısa gidelim.
Yıl 1974 idi…
Yavru Vatan Kıbrıs’ta Türklere karşı yapılan kıyım ve zulüm, uzun zamandır bütün hızıyla devam ediyordu ve Türkiye’nin yaptığı bütün uyarılar hiçbir işe yaramamıştı.
Takvimler 16 Temmuz 1974’ü gösterirken Türk Devleti tarafından; bu zulüm ve kıyımların durdurulması maksadıyla Kıbrıs’a askeri müdahale kararı alındı. Dönemin Bakanlar Kurulu tarafından alınan bu karar her yerde ve her aşamada büyük bir gizlilikle korunuyordu.
Fakat o da ne?
Karardan sadece bir gün sonra (17 Temmuz 1974) Mersin’de kurulu (en büyük ortağı bir İngiliz petrol şirketi olan) ATAŞ Rafinerisi birden bire revizyona girme kararı alarak üretimi düşürdü. “Jet yakıtı” üretimini ise tamamen durdurdu! Türk Hava Kuvvetlerinin elindeki stok bitince jet yakıtı gerçekten büyük bir sorun olacaktı…
İki gün sonra ise (19 Temmuz 1974) Lefkoşa Havaalanı’na arka arkaya 12’den fazla büyük Yunan nakliye uçağı indi. İçleri; Yunan komando subay ve erleri ile silah ve mühimmat doluydu.
Aynı gün Türk Hükümeti’ne sürpriz bir mesaj ulaştı (19 Temmuz 1974). “Libya Lideri Muammer Kaddafi’den gelen bu mesaj Türk Hükümeti’ni çok duygulandırdı. Diyordu ki Kaddafi: ‘Her ihtiyacınızı karşılamaya hazırım. Uçak yollayın, istediğiniz silah ve mühimmatı verelim.’ Kaddafi aynı gün Jet yakıtı ile dolu dev bir tankeri de Mersin’e (gitmek üzere) yola çıkarmıştı.”
Hemen ertesi gün (20 Temmuz 1974, Saat 18.00), bir gün önceden koltukları sökülerek nakliye uçağına dönüştürülen dört DC-9 Uçağı Bingazi Vilesu Havaalanı’na indi. Gece boyunca uçaklara toplam 20 ton; 2,75 ve 5 inçlik roketler, uçaklar için motor yağı, napalm malzemesi ve 20mm.lik top mermisi yüklendi. Bu uçaklar, 21 Temmuz günü Ankara’ya döndü. Ertesi günü bir uçak daha gönderildi.
Hatta derler ki, o gece Türk uçaklarına mühimmat sandıklarını sırtlayarak yükleyenlerden birisi de Kaddafi’nin ta kendisiydi…
21 Temmuz 1974 günü Libya Lideri Kaddafi, Türk maslahatgüzarını çağırdı ve dedi ki; “Olayları yakından takip ediyorum. Bu durumda büyük devletler hemen yedek parçayı falan keserler. Hangarlarım açıktır. Neye ihtiyacınız varsa alabilirsiniz. Bizde olmayan bir şeyi de gerekli görürseniz, söyleyin, derhal biz sizin için alalım.”
Kıbrıs Barış Harekatı başarıyla sonuçlandı, Kıbrıs Türk’ü yok olmaktan kurtulurken, Türk milleti de yeni bir Türk devleti kazandı.
Derken, aradan yıllar geçti ve 29 Kasım 2010 tarihinde; Kaddafi tarafından, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na “İnsan Hakları Ödülü” verildi. O zamanın Başbakan’ı (bugünün Cumhurbaşkanı) bu ödülü “Biz birbirimize sırtımızı dönemeyiz” diyerek aldı.
Aradan yaklaşık dört ay daha geçti; 19 Mart 2011 tarihinden itibaren NATO tarafından Libya’ya müdahale edildi. Türk Hükümeti; önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?”, sonra da “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya girmelidir” gibi çelişkili açıklamalar yaptıktan sonra, Libya Lideri Kaddafi’nin, 20 Ekim 2011 tarihinde linç edilerek öldürülmesiyle sonuçlanan sürecin içerisinde (Zamanında Kaddafi’nin yardımına koşup güçlendirdiği Türk Ordusu’nu da aktif bir şekilde kullanarak) bizzat yer aldı…
Kaderin cilvesi deyin, iyilik yap kötülük bul deyin, isterseniz tesadüf deyin. Ne derseniz deyin, karar sizin…
Bu sürecin sonunda Libya bölündü, İç savaşa kurban olan Libya halkı, huzurunu ve özgürlüğünü, Libya Devleti de etkinliğini yitirdi.
Daha sonraları Türkiye bölgesinde yalnızlaştıkça yalnızlaştı. Dostları günden güne azalırken düşmanları dağ gibi yığılmaya devam etti. Devran döndü ve emperyalistler, kan damlayan dişlerini bu sefer de Türkiye’ye göstermeye başladılar!
Ülkemizin doğu ve güneydoğusuna barikatlar kurdurarak, tüneller açtırıp hendekler kazdırarak bir iç savaşla toprak bütünlüğümüzü parçalamaya ve milli birliğimizi yok etmeye çalıştılar. Bu olmayınca hükümetin yanlış Suriye politikasından da yararlanarak ülkemizi güneyden kuşatmaya çalıştılar! Fakat bu emperyalist kuşatma yurt içinde ve yurt dışında Mehmetçiğin canı ve kanı pahasına yapmak zorunda kaldığı harekâtlarla kırıldı.
Bu kuşatma gayreti Akdeniz’de de devam etti. Son olarak Türk Devleti, mavi vatandaki kuşatmayı yarmak üzere önemli bir hamle yaptı ve Libya ile deniz yetki alanları anlaşması yaptı.
Kabul, Akdeniz’de sıkıştık!
Kabul, yapılan anlaşma doğru…
Ve bu anlaşmanın yürürlükte kalabilmesi için Libya’daki mevcut hükümetin ayakta kalması da şart.
Libya’nın bölünmesinde büyük vebali olan sizler, şimdi bölünmesine katkıda bulunduğunuz iki parçadan birini korumak ve diğerini de ezmek için, her sıkıştığınızda yaptığınız gibi mehmetçiği kullanmak istiyorsunuz.
Ha bir de Atatürkü dilinize dolayıp haklılığınızı kabul ettirmeye çalışıyorsunuz. Bakın bu konuyu aynı bir çocuğa anlatır gibi anlatalım ki, herkes anlasın:
1. Öncelikle o zamanlar Libya, Türk topraklarının bir paçasıydı.
2. Atatürk oraya vatan topraklarının savunması için gitmişti.
3. Ve Atatürk oraya Libya halkının bir kısmıyla savaşmaya değil; Libyalılarla birlikte, emperyalist bir düşman olan İtalyanlara karşı savaşmaya gitmişti.
Yani bugünkü durum; amaç, sebep ve sonuç ilişkisi yönünden dünden çok farklı…
Eğer Atatürk bugün sağ olsaydı, ilk hedefi Fizan çölleri değil, Yunanlıların AKP döneminde sessizce işgal ettiği Ege’deki Türk adaları olurdu.
Kabul, anlaşmanın selameti açısından Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne askeri destek gerekebilir.
Fakat Fizan’a kadar gönderilecek bu güç Mehmetçik olmamalıdır. Çünkü Türk ordusu ne bir emperyal zihniyetin istila gücü, ne de kanlarını parayla satan bir lejyonerler birliği değildir. Sizin şu SADAT veya HÖH gibi hevesli yapılarınız vardı ya, işte onlar bu iş için biçilmiş kaftandır. O çöller şimdiye kadar çok Türk kanı içti ama bir türlü doymadı. Madem vekalet savaşları devrindeyiz, o zaman devrin ruhuna göre davranın. Yeter artık, Mehmetçiğe ilişmeyin.
Biliriz ki devlet aklı her şeyi düşünür, herşeyi hesaplar ve geleceği de görür. İyi de bu emperyalist zalimler ilk defa Libya’nın üzerine abandıklarında sizin aklınız neredeydi?
Devlet aklı size yanlış yoldasınız demedi mi?
Şimdi Fayiz el-Serrac’a verdiğiniz siyasi desteği o zaman Kaddafi’ye vermiş olsaydınız her şey çok daha farklı ve çok daha iyi olmaz mıydı?
Kaddafi’yi niçin arkadan vurdunuz?
BOP Başkanı öyle istedi diye mi? Yoksa Kaddafi sizin mezhepsel anlayışınıza uymuyor diye mi?
Nedeni artık çok da önemli değil.
Çünkü Bor’un pazarı geçeli çok oldu!
Su köprüyü çoktan böldü!
BOP ‘un Eş Başkanı siz değil miydiniz?
Daha önce aynı güneydoğuda ve aynı Suriye’de olduğu gibi, şimdi bütün bu hatalarınızı, yine Mehmetçiğin canı ve kanıyla mı düzelteceksiniz?
Sizin hatalarınızın bedelini hep sıvasız evlerin gariban çocukları mı ödeyecek?
Gaflet ve dalaletten ne zaman uyanacaksınız?
Kandırmaktan ve kandırılmaktan ne zaman kurtulacaksınız?
Dost ile düşmanı ne zaman ayıracaksınız?
Tam 17 yıldır tek başınıza iktidardasınız.
Doğru hamleyi doğru zamanda yapmayı daha ne zaman öğreneceksiniz?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.