Eskiler hatırlarlar. 12 Eylül 1980 öncesiydi… Ve Ordu’da görevli personelin bıyık bırakma serbestisi vardı. Aynı dünyanın diğer ordularında olduğu gibi, bizim subay ve astsubaylarımız da (sakal değil ama) bıyık bırakabiliyorlardı…
Eskiler hatırlarlar.
12 Eylül 1980 öncesiydi…
Ve Ordu’da görevli personelin bıyık bırakma serbestisi vardı.
Aynı dünyanın diğer ordularında olduğu gibi, bizim subay ve astsubaylarımız da (sakal değil ama) bıyık bırakabiliyorlardı.
Kaytan’ı vardı, pos’u, pala’sı, burması ve sırması bile vardı.
Aslında üniforma ile birlikte personele ayrı bir heybet de kazandırıyordu.
Çünkü bıyık, biz Türklere özgü ve özel bir aksesuardı.
Hatta bıyıksız bir Türk büyüğü yoktu.
İlkokulların koridorlarında asılı Türk büyüklerinin posterlerine bir bakın hele; Oğuz Kağan, Mete Han, Atilla, Cengiz, Alparslan, Ertuğrul Gazi, Osman Bey, Fatih, Yavuz, Barbaros Hayrettin Paşa ve dahi son Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk hepsi bıyıklıdırlar.
Eskiler, bıyığı terlemeyen genci askere almazlardı, kız vermezlerdi, bıyıksız erkeğin kestiği hayvanın etini bile yemezlerdi.
Sürekli kıldan ve tüyden bahsedeceğimi sanmayın. Hemen sadede geliyorum.
Türk Ordusu’nun; onun, bunun dümen suyuna girmeyip, yalnızca Büyük Türk Milleti’nin emrinde olması, Türk tarihi boyunca çok önemliydi. Onun için, Türk Devleti’ni ve Ordusu’nu yönetenler bu konuda her zaman çok titiz oldular.
Türkiye’yi 12 Eylül 1980 Darbesi’ne sürükleyen siyasi ortamda; milleti Sağcı, Solcu, Alevi, Sünni vs. diye ayıran birçok simge ortaya çıktı ve kullanıldı. Maalesef ki, bu simgelerden birisi de bıyık idi.
Her ne kadar Türk Ordusu o dönemde, dedikleri gibi siyasallaşmış olmasa da; “bıyık şöyle olursa sağcı, böyle olursa solcu, aşağı doğru bırakırsa da ülkücü olur ve asker siyasete karışmış olur!” dediler ve bıyığı kökünden kazıdılar. Yani yasakladılar.
O dönemin yasakçı zihniyeti ordu mensuplarının bıyıklarını kestirmekte haklı değildi. Ama onlar ve onlardan önceki devlet yöneticileri, orduyu siyasetten uzak tutma gayretlerinde haklıydılar.
Nazi Almanya’sını hezimete sürükleyen sebep, Alman Ordusu’nun siyasallaştırılarak parti ordusuna dönüştürülmüş olmasıydı! O nedenle Nazi Ordusu, Almanların menfaatlerinden ziyade, Nazi Partisi’nin hedefleri doğrultusunda hareket ederek, Almanya’yı ve etrafındaki bütün milletleri felakete sürüklemiştir!
Biraz tarih bilenler bilirler ki, tarihimizin en büyük bozgunlarından biri olan Balkan Savaşları, (başka sebepler de olmakla birlikte) ana sebep olarak; siyasi nedenlerden dolayı, orduda bölünmeler yaşanmış olması sonucu kaybedilmiştir!
Nasıl ki, bir tarikata veya cemaate üye olmuş bir asker ordusuna değil de şeyhine, şıhına veya cemaat liderine hizmet ederse; siyasete bulaşmış bir ordu mensubu da, artık orduya değil siyasi emellerine parti liderine ve onların ağababalarına hizmet eder!
FETÖ’cü olmak ne kadar tehlikeliyse, üniformalı partizan olmak ta en az o kadar tehlikelidir!
Çünkü bilinir ki, partili olmak taraf olmaktır!
Ayırmacılık ve kayırmacılık, bu işin ruhunda vardır.
Çünkü partili olmak, icabında partisinden olmayanlara “karşı” olmaktır!
Çoğu zaman, kendi doğrularından çok; partinin doğrularına inanmak ve onu savunmaktır!
Partili olmak, o partiye hizmet ediyor olmaktır!
Partili olmak, diğerlerini rakip olarak görmektir!
Partili olmak, özgür iradeli değil bağımlı olmaktır!
Partili olmak, her şartta partisine sadık olmaktır!
Oysa Türk Ordusu’nun sadakat göstereceği tek adres, içinden çıktığı Büyük Türk Milleti’dir.
Fakat gelin görün ki, her devirde şer odakların hedefinde olan ve daima bozulup yozlaştırılmaya çalışılan Türk ordusu, bu sefer hiç umulmadık bir gücün hedefi oldu.
Son zamanlarda Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte güç zehirlenmesi yaşayan ve “dediğim dedik, çaldığım düdük” gibi tehlikeli bir pozisyon yakalayan AKP tarafından, bizzat siyasallaştırılarak AKP’nin Parti Ordusu haline getirilmeye gayret edilmektedir!
Çok garip olsa bile, camilerde ve cami önlerinde siyaset yapılmasına alışmıştık. Fakat kışlalarda değil!
Son günlerde görüyoruz ki, devleti en yüksek makamlarda temsil eden zatlar artık kışlalarda bile açık açık siyaset yapıyorlar ve milletin en az yarısının oy verdiği muhalefet partilerine en yüksek perdeden verip veriştiriyorlar. Veya kışlalarımızı icraatın içinden programlarının yapılacağı arenalar haline getiriyorlar!
Bu işin sonunu hiç düşünmeden, büyük bir barajın önündeki bentleri yıkmaya ve bütün şehri yakıp yok edebilecek bir yangına körük vermeye devam ediyorlar!
Bütün bunların sonucu olarak da; tankların üzerinde bir eliyle bozkurt, diğer eliyle de rabia işareti yapabilen, sözüm ona üniformalı ordu personelleri; jandarma eğitim alaylarında düzenlenen törenlerde, (bir parti başkanı olan)Erdoğan’ın posterlerini açan askerler; rabia işareti yaptırılmış, Çanakkale askeri giyimli tören mangaları ve askeri koğuşlarda bile, bir elde tüfek diğer elle rabia işareti yapan garip tipler ortaya çıkabiliyor!
Fakat emin olun ki, ilerde en büyük bedeli yine; üniformasını giydiği ordusuna ve gerçek sahibi olan milletine değil de, herhangi bir partiye/tarikata/cemaate hizmet etme, ya da onun dümen suyuna girme gafletini gösterenler ödeyecektir!
Gelin şimdi Ordu’nun siyasallaştırılması ile ilgili Atatürk ne diyor ona bakalım. En çok da, düşünmeden bu rabia işareti yapan arkadaşlarımız baksınlar.
Atatürk diyor ki:
“Ülkenin genel yaşamında ordunun siyasetten soyutlanması cumhuriyetin her zaman göz önünde tuttuğu bir temel ilkedir. Şimdiye kadar izlenen bu yolda cumhuriyet orduları vatanın güvenilir ve güçlü bekçileri olarak saygın ve kuvvetli kalmışlardır.”
“Ordu mensuplarımızın vatan meselelerini düşünmeleri tabidir. Buna bigâne kalamazlar. Fakat fırka meselesiyle bunu ayırmak lüzumu vardır. Vatanın tehlikeye düşmesiyle böyle isyanlar karşısında sessiz kalınması gibi bir durum bahis mevzusu olamaz. Ama demin de ifade ettim ki fırka meselesiyle bunları birbirinden ayrı tutmak icap eder.”
“Ordumuzun içinde bulunan cemiyet arkadaşlarımız siyasette devam etmek istiyorlarsa, ordudan çıkmalı ve cemiyetimizin (gönül verdikleri partinin) halk içindeki örgütü arasına girmelidirler. Bu biçimde gün bile yitirmeye yer vermeksizin ordumuz siyasetten uzaklaşmalıdır. Ve ordu içinde kalacak dostlarım da artık siyaset ile uğraşmamalı ve bütün çabalarını ordumuzun güçlendirilmesine çevirmelidirler.”
“Ben siyasetle yalnız 1913-14 askeri ataşeliklerin üzerimde bulunduğu bir yıl boyunca ilgilendim ve ilgilenme tarzım da sırf siyasi olmayıp askeri-siyasi bir ilgilenmeydi. Bu görev sürem hariç tutulursa bütün hayatım askerlik işleriyle uğraşmakla geçmiştir.”
“TBMM Hükümeti’nin ordusu istilalar yapmak ya da saltanatlar yıkmak ya da kurmak için şunun bunun buyruğunda hırs aracı olmaktan uzaktır. İnsanca ve bağımsız yaşamaktan başka bir amacı olmayan ulusun aynı ülküyle duygulu ve yalnız onun buyruğuna bağlı öz evlatlarından oluşan saygın ve güçlü bir topluluktur.”
Evet, Ulu Önderimiz ve Ebedi Başkomutanımız Atatürk’ün de ifade ettiği gibi, Kahraman Türk Ordusu; istilalar yapmak, saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras âleti olmaktan uzaktır.
Yani Türk ordusu ne paralı bir istila gücü, ne siyasetçilerin ihtiras oyuncağı, ne de emperyalistlerin bir maşasıdır.
O yalnızca büyük Türk milletinin koruyucusu ve onun yüksek menfaatlerinin savunucusudur.
İster rabia işareti olsun isterse başka bir siyasi işaret veya simge olsun, şerefli Ordu üniforması altında bu tip siyasal eğilimleri benimsemeye tevessül edenler; Ordu’nun niceliğini anlamaktan, Devlet’in yüceliğini kavramaktan, parti ve devlet ayrımı yapabilmekten yoksun aciz ve zavallılardır.
Onlar bizim içimizde olsalar bile, bizden olmayan İrlandalılardır.
Su akacak ve yolunu bulacak, eninde sonunda Türk Devleti’nin bütün kurumları özüne dönecek ve özünden sapmış, yemininden ve sözünden dönmüş olanlar da layıklarını bulacaklardır.
Aklı olan göle, olmayan çöle!!!