Son Dakika: Çanakkale Teknopark Anadolu’da Yine Zirvede *** Biga’da Uyuşturucu Operasyonu Yapıldı *** CHP’li Güneşhan: “Deprem Bölgesinde Eğitim Büyük Sorun!” *** Gazetecilerden İl Genel Meclisi Başkanı’na Ziyaret *** 101 Anne Yüzlerce Öğrenci İle Buluştu *** WhatsApp Haber Hattı: 05437951277

Takdir Mi Taktik Mi?

2023’ün ülkemiz ve milletimiz için çok farklı bir yıl olacağını tahmin edebiliyorduk. Ama böylesini değil. Tarih 6 Şubat 2023… Yine ve yeni bir depremle sarsıldık! Üstelik bir değil iki büyük..

Takdir Mi Taktik Mi?
Yayınlanma: 663 Okuma

2023’ün ülkemiz ve milletimiz için çok farklı bir yıl olacağını tahmin edebiliyorduk. Ama böylesini değil.
Tarih 6 Şubat 2023…
Yine ve yeni bir depremle sarsıldık!
Üstelik bir değil iki büyük depremle sarsıldık! Sarsılmak ne kelime? Yıkıldık, çöktük, yerle yeksan olduk, öldük!
Önce 7.7 ile vurdu, sonra 7.6 ile bir daha vurdu!

Böylesini ilk defa yaşadık!

Deprem uzmanları bile şaşırdı. Deprem Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Ercan, Kahramanmaraş “Buna irkitilmiş deprem denir. Bu tabiri Türkiye’de ilk defa kullanıyorum, çünkü daha önce böyle bir deprem işleyişi oluşmadı” derken; bütün deprem uzmanları bu depremin sıra dışı bir deprem olduğu yönünde açıklamalar yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar.
Harabeler, göçükler, çöküntüler ve molozlar arasında Can Pazarı devam ediyor!

Evet, birçok eksiklik, gafillik ve beceriksizlik var. Bunları önümüzdeki günlerde çokça tartışacağız.
Fakat bu sıra dışı depremi, deprem öncesi ve sonrasında yaşananları anlayabilmek için, tarihte birazcık geriye gitmek ve bir sıra dışı depreme daha bakmak lazımdır.

Tarih: 17 Ağustos 1999, günlerden Salı ve saat gece yarısı 03.02 idi.
Sanki, yeraltındaki yuvasında uyumakta olan koca bir dev; büyük bir homurtu ve tüylerimizi ürperten korkunç uğultular arasında, asırlardır uyuduğu uzun uykusundan uyandı, ayağa kalktı ve şöyle bir silkindi… Onun için sadece 45 saniyelik bir uyanıklık yeterliydi. Tekrar yerin altına girdi ve ne zaman uyanacağı hiç bilinmeyen uykusuna devam etti… Fakat yerin üstündekiler için her şey bu kadar basit değildi. Gökyüzüne yükselen ateş topları, karanlığa gömülen şehirler, çatırtılar, gürültüler, uğultular, feryatlar, sönen ocaklar ve dakikalar içinde uçup giden on binlerce can! Ana, baba, evlat, bebek, nine, dede ve diğerleri… Felaketin boyutları, gün ağardığında bile anlaşılabilmiş değildi. Ayrıntılı bilanço, ancak yıllar sonra çıkarılabildi, fakat o bile şüpheliydi.

Marmara Bölgesi’nin tamamında ve Ankara’dan İzmir’e kadar Türkiye’nin yarısında hissedilen depremin bilançosu, resmi raporlara göre; 18.373 ölüm, 43.953 yaralanma, 505 sakat kalma, 285.211 ev ve 42.902 işyeri hasarı idi. Resmi olmayan veriler ise çok daha vahimdi. Gayri resmi bilançoya göre; yaklaşık 50.000 insanımız ölmüş, ağır veya hafif olmak üzere 100.000’e yakın insanımız yaralanmış, ayrıca yaklaşık 675.000 insanımız da evsiz kalmıştı.
Peki ya 17 Ağustos 1999’dan önce neler yaşandığını biliyor musunuz?

17 Ağustos 1999 depreminden yaklaşık iki yıl önceydi.
Yıl 1997, bir sinema filmi gösterime girdi.
Başrollerini ünlü oyuncular Mel Gibson ve Julia Roberts’ın paylaştığı bu filmin adı “Komplo Teorisi” idi… Bu filmi konumuzla ilgili yapan şey ise ilginç senaryosuydu.

Filmde eski bir ajanı canlandıran Mel Gibson; “Komplo Teorisi” adıyla sadece sınırlı sayıdaki abonelerine gönderdiği haftalık bir haber bülteni çıkartıyor… Bültenin son sayısında bir kaç senaryoya yer veriyor, çeşitli teoriler üretiyor ve ilgili makamlara bildiriyor. Bunlardan biri Amerikan Başkanı’na düzenlenecek suikastla ilgili. Teoriye göre; NASA’nın, ödeneklerini kesen ABD başkanının hayatına kast etmek isteyen bir grup, NASA’nın uzaya gönderdiği özel bir araç vasıtasıyla yerkabuğunu harekete geçirip depreme sebep olacaktır. Bu yapay deprem Türkiye’de oluşturulacaktır. Yapacağı Avrupa gezisi sırasında Türkiye’yi de ziyaret edecek olan ABD Başkanı deprem sırasında Türkiye’de, hayatını kaybedecektir. Filmin kahramanı diyor ki “Başkanı öldürmek isteyenler, Türkiye gezisini bekliyor. Başkan Türkiye’deyken, sismik bomba atılacak, deprem olacak, İstanbul yıkılacak, başkan da enkaz altında kalıp ölecek. “Nitekim filmin ilerleyen dakikalarında Başkan Türkiye’ye gelmeden az önce deprem oluyor ve binlerce kişi ölüyor. Nasıl bir tesadüftü ki, hiç de sıradan olmayan bu garip film; Amerika`da 7 Ağustos 1997`de, Türkiye’de 17 Ekim 1997`de ve Arap ülkelerinde ise 17 Ağustos 1997’de gösterime girdi. Senaryoyu kaleme alanlar, Türkiye’deki muhtemel depremin şiddetini bile doğru tahmin etmişlerdi: 7.4 !!!

Devam edelim.
1999 Yılının Temmuz ayıydı. Depremden tam bir ay önce bir dergi yayınlandı, adı “Furkan” dergisiydi.
Dergide depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Komutanlığı olduğunun resmen açıklanmış olması, dergide yer alan ifadeleri çok daha şaşırtıcı hale getiriyordu. Depremin merkez üssünün Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının sembolü olan bir askeri üs olması kuşkusuz ilginçti. Furkan Dergisi’nin Temmuz sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyleydi: “Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta…”

Depremden önceki son bir yıla, ilginç bir şekilde uçak kazaları da damgasını vurdu. 1998 yılında, dünyanın çeşitli yerlerinde tam 18 uçak düştü ve bu kazalarda 900 civarı insan hayatını kaybetti.

Kanadalı bir bilim adamı her nasılsa ülkemizin bu bölgesinde bir deprem olacağını yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı.

O gün Gölcük’te Donanma Komutanlığı devir teslim töreni vardı. Bu tören, komuta kademesi değişimlerinde rutin olarak yapılan ulusal bir törendi. Uluslararası bir kimliği yoktu. Ama o yıl, ilk defa İsrail subayları ve üst düzey yetkilileri de oradaydılar!

Yine o gün, iddialara göre; Türk, İsrail ve Amerikan ordusunun katılacağı uluslararası bir tatbikat gerçekleştirilecekti. Tatbikatta, gece şartlarında “elektro-sismik haberleşme” teknikleri denenecekti. Tatbikatın adı Gece Şahini Tatbikatıydı (Operation Night Hautk). Tatbikatın o gece saat tam 03:00’te başlaması planlanmıştı. Saatler gece 03:00’ı gösterdiğinde düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye alınacaktı.

Depremden hemen önce Gölcük’ten Avcılar’a kadar uzanan geniş bir alanda “ateş topları” görüldü. Görülen bu ateş toplarının bir tür deprem ışıması olduğu söylendi. Ancak neden diğer depremlerde de, benzeri bir ışıma yaşanmadığı sorusuna net bir cevap verilemedi ve bu sıra dışı olayla ilgili bilimsel bir açıklama da yapılamadı.
Büyükada açıklarında denize atılan balık ağlarının eridiğine yönelik haberler duyuldu.
Deprem anına tanıklık eden balıkçının biri diyordu ki; “Tam deprem olurken göğe bir ateş topu yükseldi, gökyüzü aydınlandı, sanki yıldızları tutacak gibi oldum”.

Ve Gece Şahini Tatbikatı başladı. Saat 03.00 idi.
Uğultular, çatırtılar, patlamalar… Hiç alışık olmadığımız büyük bir sarsıntı, garip ışımalar, feryatlar! Saat 03:02 idi.

Deniz Kuvvetlerimize ait iki firkateynin gece boyunca aydınlattığı Gölcük Orduevi Binası başta olmak üzere, binlerce bina yerle bir oldu! Birkaç dakika içinde binlerce can uçtu!

Bu arada bir İsrail uçağı Ataköy açıklarında denize düştü ve ayrıca iddialara göre, bir Amerikan veya İsrail denizaltısı, ya da denizin altındaki korunaklı bir oda, Marmara Denizinin derinliklerinde infilak etti!
Bölgede birden bire çok hızlı bir askeri hareketlilik başladı.
İlk beş dakika içinde İsrail’in Ben Gurion Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı ve bu uçakların eşliğinde 2 de nakliye uçağı havalandı. Rotaları Türkiye idi…

İlk on dakika içinde, İsrail Deniz Kuvvetleri ve bölgedeki NATO’ya ait bütün deniz birlikleri DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’ncı Filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.

Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına girdi.

Milli istihbarat Teşkilatı, Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini kesti.
Hatırladığım kadarıyla, 18 Ağustos sabahı Gölcük Donanma Üssündeki Türk savaş gemileri denize açılarak bir tatbikata başladılar. (Oysa bu durum hiç de mantıklı değildi.)

Ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan, saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz” dahi diyemediler.
Marmara Denizinin en azından bazı bölgeleri derhal askeri karantinaya alınarak, dalışa yasak bölge ilan edildi. Ama bir Amerikan heyeti tsunami olup olmadığını araştırmak için bölgeye gelip dalış yaptı. Oysa tsunami olup olmadığını anlamak için dalış yapmaya gerek yoktu, bunun için kıyı alanlarının gözlemlenmesi yeterliydi.
Bir Rus araştırma gemisi deprem bölgesine ulaşmak üzere son sürat yola koyuldu ve sabah saat 06:30’da bölgeye ulaştı.

Bir CNN haber spikeri, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e hitaben; “depremin ardında PKK mı var?” diye, hiç de beklenmedik bir soru sordu. Bu soruya Ecevit’in “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var?” gibi bir cevap vermesi beklenirken O sadece “sanmıyorum” diyerek beklenmedik bir cevap verdi.

Derken, devlet yönetiminden birileri Türkiye’nin Allah’ın takdiriyle mi, yoksa ABD’nin taktiğiyle mi, böylesine büyük bir yıkımla karşı karşıya olduklarını sorgulamaya ve milli refleksler göstermeye başladılar.
Sağlık Bakanı Osman Durmuş; binlerce ölümüz ve binlerce yaralımız olduğu halde ilginç bir açıklama yaptı ve “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” dedi.

ABD’ye ait hastane gemilerinin İzmit’e varışından hemen önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman Durmuş bir açıklama daha yaptı “bizim bu gemilere ihtiyacımız yok!”.

Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200’den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından o günlerde yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi.
Türkiye’ye gönderilen ve 750 ton yardım malzemesi yüklü bir İsrail gemisi üç gün boyunca gümrükte bekletildi ve ülkeye girişine izin verilmedi.

Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslararası yardımın çoğu kullanılmadı. Türk hükümetinin bu tutumu birçok şekilde eleştirilere neden oldu.

20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. Ancak bir süre sonra haber kesildi. Ancak haber doğruydu. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah Kaplan tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı:

“Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu Limanı’na çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.” Bu konu, o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenliğe ait 4 numaralı Bot’un sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenliğin bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise, şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti. Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu. Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

Maalesef ki devletimiz bu büyük felakete hazırlıksız yakalanmıştı. Binlerce insan, teknik yetersizliklerden ötürü enkazların altında günlerce bir kurtarıcı beklerken yitip gittiler.

Enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğünü, kaçının yaralandığını ise soran bile olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu…
Gariplikler, Kehanetler, Gizemler, Çelişkiler, Kaos, Şüpheler, Ölümler ve Soru İşaretleri;
Peki, Aslında Gölcük’te Ne olmuştu?

Kimileri bölgeye sismik bir bomba atıldığını, kimileri bunun bir terörist örgütün saldırısı olduğunu, kimileri de süper devletlerin yaptığı uzay araştırmalarının bir parçası olduğunu söyledi. Değişik değişik fikir ve teoriler ortaya atıldı. Ancak bu teoriler arasında en akla yatkın olanı Future Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikâyeydi. Bu senaryoya göre, San Andreos fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler haline dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilim adamı mucit Nicola Tesla tarafından geliştirilen, “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi!

Ancak Pentagon yıllardır çok güçlü bir silah geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandan da barışçı “deprem indirgeme” sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı ve fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra sıra, bunun deprem bölgelerinde denenmesine geldi. Değişik zamanlarda Kafkaslar‘da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle endüktif deprem yaratma konusunda büyük adımlar atıldı. Bu araştırmalar Amerika’da HAARP ve diğer askeri tesislerin kumanda merkezlerinden yürütülüyordu.

Çünkü onlara göre, HAARP öylesine bir güç haline gelebilirdi ki, elinde tutan dünyanın tartışmasız hâkimi olurdu. Projenin karşıtlarından biri olan, ülkenin en ünlü jeofizikçilerinden Prof. Gordon J.F. McDonald’a göre, elektromanyetik teknoloji (ya da Magneto Hydro Dynamic jeneratörü) bakın daha neler yapabilir:
1. İklimleri değiştirebilir,
2. Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir,
3. Ozon tabakası ile oynayabilir,
4. Deprem yaratabilir,
5. Okyanus dalgalarını kontrol edebilir,
6. Dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir,
7. Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilir…
Bunlar yapabildiklerinin sadece bir kısmı!!!

Makinenin Kaliforniya’da San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldüğünden, öncelikle bu teorinin denenmesi, geliştirilmesi, hata ve kusurların asgariye indirilmesi gerekliydi. Bunun için de San Andreas fay hattına benzeyen fay hatlarıyla, çatal yapan fay gruplarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu fay grubu ise Türkiye’deki Kuzey Anadolu fay hattıydı. Geometrisi ve jeolojik yapısı aynı San Andreas’ın karakterindeydi. Kuzey Anadolu fayı ile San Andreas fayı, tıpa tıp birbirine benziyordu. Bu fay üzerinde yapılacak bir ön deşarj deneyi ile Kaliforniya’daki, gelecekte olacak depremler konusunda çok şey öğrenilebilecekti. Bu durum Pentagon açısından da bulunmaz bir nimetti. Bu suretle hem projeye masum bir kılıf bulunuyor, hem de finansman için yeni kaynaklar sağlanıyordu.

İstenilen hedeflere ulaşabilmek için ABD tarafından; Türkiye, Japonya ve benzeri deprem bölgelerinde sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversiteler ile ortak projeler geliştirilerek, yüzlerce bilim adamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarınca yürütüldü. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına da olanak verilerek halkın bu konuda genel bir fikri olması istendi. Kobe’de ve daha başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler halkası bu şeklinde bazı çıkar gruplarının, terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi. Ve gün geldiğinde bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Bölge zaten bu amaçla yıllardır sismik casusluk etkileri altındaydı. (Depremden hemen sonra, Milli istihbarat Teşkilatı’nın ilk iş olarak, Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini kesmesinin nedeni şimdi daha iyi anlaşılabilir.)

ABD tarafından Kuzey Anadolu fay hattında yapılacak olan bu tehlikeli deney çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrailli uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük üssüne getirilerek, oradaki yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları muhtemeldir ki, durumdan detaylı bir şekilde haberdar değillerdi. Belki de bunu, İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı… Türkler, İsrailliler ve Amerikalılar gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deneyin başarılı olması beklendiğinden, sonunda hiç kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti.

Ama o gece sabaha karşı bir şeyler yanlış gitmiş ve beklenen gerçekleşmemişti. Her şey bir anda olup bitmiş ve doğa kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti! Belki de, sırf Kaliforniya’daki Jony’ler, Susanlar ve Alice’ler yaşasın diye on binlerce Ali’nin, Fatma’nın, Ayşe’nin ve Mehmet’in canı alınmıştı!!! Depremden sonra devletin gösterdiği reflekslerin nedeni belki de buydu. Kendisine atılan büyük bir kazık, başına geçirilen esaslı bir çuval…

Aslında bu teoriyi destekleyen birçok veri de mevcuttur. HAARP Projesinin inşasına 1994 yılında başlandı ve inşaat 2007 yılına kadar devam etti. Bugün dünyamızda HAARP da dâhil olmak üzere beş adet iyonosfer Isıtıcısının varlığı bilinmektedir. 20 civarı ısıtıcının daha var olduğu tahmin edilmektedir. Bu sistemin silah olarak kullanıldığına dair kesin bir kanıt olmamakla birlikte, ozonosferin yapısını değiştirme imkânına sahip olduğu bilinmektedir. Sistemin çalışmaya başlamasından sonra bazı uzmanların devasa selleri, tuhaf atmosfer anomalilerini rapor etmeleri sadece bir tesadüf müdür? 2001 yılı Aralık ayında NASA’nın Kaliforniya’daki araştırma merkezindeki bilim adamları; inceledikleri 5.0 ve daha büyük ölçekteki 100’ün üzerindeki depremin neredeyse tamamının iyonosferdeki elektriksel anomalilerden sonra yaşandığını tespit etmişlerdir. Nitekim Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in 200 bin kişinin öldüğü Haiti depreminin arkasında ABD’nin HAARP silahının (Tesla makinesi) olduğunu iddia etmesi oldukça ilginçti.

Ne dersiniz? 17 Ağustos Depremi Allah’ın takdiri mi, yoksa ABD’nin taktiği miydi?
Karar sizin…

Şimdi art arda iki büyük deprem daha yaşadık ve bu depremden önce yaşananlar ile depremin oluş tarzları, düşünen beyinleri yine kuşkulandırıyor.

Önce ABD ve birçok Batılı ülke güvenlik gerekçesiyle İstanbul’daki diplomatik temsilciliklerini ve konsolosluklarını kapattılar.

Sonra Amerikan Donanması ile İsrail, bugüne kadarki en büyük ikili askeri tatbikatı gerçekleştirdiler. Tatbikatın adı: “Juniper Oak 23.2”. Bu tatbikat nerede yapıldı? Akdenizde… Hatay ve İskenderun açıklarında.

Daha sonra ne oldu? Büyük bir Amerikan savaş gemisi İstanbul’a geldi ve Boğaz’a demir attı. Geminin adı: USS Nitze idi. Kocaman bir Amerikan Bayrağı açtı. Emekli amiral Cem Gürdeniz’in yaptığı açıklamaya göre, bu bayrak olması gerekenden tam 5 kat büyüktü ve bu bir tür mesajdı.

Aynı gün gemiyi ziyaret eden ABD Büyükelçisi Jeffry L. Flake’yi hedef alan İçişleri Bakanı Soylu: “Amerikan büyükelçisine buradan söylüyorum. Hangi gazetecilere yazı yazdırdığını biliyorum. Pis ellerini Türkiye’nin üzerinden çek. Çok net söylüyorum” dedi.

Depremden üç gün önce de Hollandalı Frank Hoogerbeets diye bir adam attığı bir tweet ile “Türkiye’de 7.5 ölçeğinde bir deprem olacağını ve bu depremden Türkiye’nin orta ve güneyi ile Ürdün, Suriye ve Lübnan’ın da etkileneceğini” duyurdu.

En son da Hatay ve İskenderun’dan başlayarak kuzeye doğru tam 10 ilimizi yerle bir eden iki büyük deprem meydana geldi. Aynen Hoogerbeets’in dediği yerler de etkilendi.

Şimdi ise Amerikan Donanmasının en büyük uçak gemilerinden biri sözde yardım için Türkiye’ye geliyor! Bize F35’lerle mi yardım edecekler?

Olaylar daha çok yeni. Bilineni bunlar, peki ya bilinmeyenleri? Belki devletimizin ve istihbarat birimlerimizin ellerinde çok daha fazla bilgiler vardır. Gerisini ise Allah bilir.

Muhakkak ki, kâinatta her şey yüce Allah’ın takdiri ile olur. Onun ilmi ve takdiri dışında bir yaprak dahi kıpırdayamaz. Fakat, alınacak tedbirler konusunu, fiilî bir dua olarak değerlendirirsek, Allah’ın izniyle tedbir kazayı önler. Ben burada 17 Ağustos Depremi ve yeni yaşadığımız iki büyük depremin Allah’ın takdiri olmadığını iddia etmiyorum. Sadece, yüce Yaratıcının takdirine vesile olan bazı tedbirsizliklerin, bazı kirli oyun ve olayların var olup olmadığını, yine rabbimin izniyle sorgulamaya çalışıyorum.

Paganlar, Evanjelistler ve Kabalistler için, yurdumuz olan Anadolu: “Where God has walked” yani Tanrı’nın yürüdüğü topraklar’dır. 21.yüzyıl enerji sisteminin ve teknolojisinin merkezinde bulunan bor, toryum, monoatomik (tek atomlu) elementler ile su ve gıdanın merkez üssüdür. Yeni Dünya Düzeni için dünya coğrafyasının ‘taht’ıdır. Kısacası, birçok şer gücün rüyası ve nihai hedefidir.

Onun için Türk milleti her konuda uyanık, her gelişmede şüpheci, her alanda çalışkan, başarılı ve hazırlıklı olmak zorundadır.

Unutmayın, en mükemmel savaş; tek bir kurşun bile atmadığınız ve kimsenin açtığınızı dahi bilmediği savaştır.
Tarih ve talih ise; ilk önce gafilleri, zayıfları ve beceriksizleri yer.

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.